12 Aralık 2010 Pazar

Başucu Kitaplarım...

1. Kızarmış Palamutun Kokusu- Engin GEÇTAN -2001

"Terk etmiş olduğum ya da terk etmek üzere olduğum insanlar beni terk etmişlerdi... Burada ya da geldiğim yerde de olsam, geçmişi yeniden yakalama umudu boş bir beklenti, insan hiçbir şeyi bıraktığı yerde bulamıyor, kızarmış palamutun kokusunu bile...
...Namevcutluğun hüznü, yerini, insanları onların haberi olmadan gözleyebiliyor ve dinleyebiliyor olmanın üstünlüğüne bırakıyor. Bir şeyi kaybedince bir başka şeyi kazanıyor olduğuna inanmak, insan denilen mahlukun kendine karşı çevirdiği hilelerin en acımasızı olmalı. Kendimi, kâh o mekânda kâh bir diğerinde, kâh bu zamanda kâh diğer bir zamanda bularak dolaşıyorum. Yazgım beni hangi anda hangi yöne savurmayı uygun görmüşse." – Engin Geçtan
(Arka Kapak)

Altını çizdiklerim...
 ‘Kızarmış palamudun kokusu! Köprüaltının kokusu bu biliyorum, ama orada ne zaman bulunmuş olduğumu hatırlayamıyorum, kızarmış palamudun tadına bakıp bakmadığımı da. On iki yıl önce geldiğimde olamaz, hepsi birkaç gündü zaten. Öyleyse, yarım ekmek içindeki kızarmış palamudun kokusu hangi geçmişimden kalma? Bir yandan birasını yudumlarken palamutlu ekmeğini hoyratça ısıran kara gözlü genç işçinin umursamaz bakışı bile arada bir gelip geçmişti gözlerimin önünden. Yüzyılların kitaplara sığdırılamaz öyküsünü taşıyan bu bakışın bir benzerine şimdilerde yaşadığım yerde rastlamak mümkün değil.
Altı ay kadar önceydi.’ s.5
 'Bu eski şarap şehirde (İstanbul) güzel en güzel, çirkin en çirkin, hiçbir şey sıradan değil. Her güneşin, her karanlığın insanı var burada, birileri çekilirken bir başkaları beliriveriyor, sahne hiç boş bırakılmıyor.' s.85

2. Kristal Denizaltı- Ahmet ALTAN – 2001

Benim de o kristal denizaltıya binmişliğim var.
Süt buğusu gibi solgun maviliğin yayıldığı ıssız bir sabah vakti, dönüp dönmeyeceğini bilmediğin bir yolculuğa çıkmak için ürpertilerle binip kapaklarını kapatırsın.
Eğer dönersen, başka biri olarak döneceksindir yolculuğundan.
O denizaltı bir yere gitmez.
Giden sensindir.
(Arka Kapak)




Altını çizdiklerim...
 Dolaştığım tarih sayfaları, aşk bölümlerinde hep ‘hastalıklı’ ilişkileri anlatıyordu, kayda geçmeye değer olarak yalnızca onları bulmuştu. Brahms, Clara Schumann’a böyle tutulmuş; Yesenin, İsadora Duncan’a hayatını böyle armağan etmişti.
Onlar birbirlerine uymuyordu.
Uyan, hastalıklarıydı.
Solgun bir sabah vakti kristal bir denizaltıya biner, hayatın derinliklerine gidersiniz.
Dönüp dönmeyeceğinizi bilmeden.
Dönerseniz başka biri olarak dönersiniz.
Kristal bir denizaltıya binmişliğim var.
Ateşler içinde kıvrandığım.
Ve sizin ateşler içinde kıvrandığınız.
Hiç iyileşmek istemediniz.
En iyileşmek istediğiniz, iyileşmek için yalvardığınız zamanlarda bile istemediniz iyileşmeyi.
Bir kristal denizaltıya bindim bir gün.
Garip rüyalar gördüm. s.85

3. Aşk – Elif ŞAFAK- 2009

Ya ortasındasındır Aşk'ın merkezinde; ya da dışındasındır, hasretinde.. Ella Rubinntain (40) Amerikalı bir ev kadınıdır. Tipik burjuva değerlerinin hâkim olduğu oldukça varlıklı bir ailesi, düzenli ve görünüşte "sorunsuz" bir evliliği vardır. Üç çocuğunu da büyüttükten sonra bir yayınevinde editör-asistanı olarak iş bulur; görevi A. Z. Zahara adlı tanınmamış bir yazarın tasavvuf felsefesini konu alan tarihi romanını değerlendirmektir.
Ancak hayatının kritik bir döneminde eline aldığı bu kitap, hiç beklemediği bir şekilde Ella'yı derinden sarsacak, dünyevi aşkı keşfetmek adına zorlu ve tehlikeli bir yolculuğa çıkmasına neden olacaktır.
Hayatlarımızın durgun gölünü dalgalandıran taş misali, yüzleşmek zorunda olduğumuz sıkıntılar, acılar... ve aşkın peşinde katetmek zorunda olduğumuz zorlu yollar, ödediğimiz bedeller...
Aşk... kitap içinde bir kitap, hayatın anlamı peşinde bir aşk macerası...
Aşk... Elif Şafak'tan arayışa, gerçeğe ve keşfetmeye dair bir roman.
(Arka Kapak)

Altını çizdiklerim...
 Aşk bir milad demektir. Şayet ‘aşktan önce’ ve ‘aşktan sonra’ aynı insan olarak kalmışsak, yeterince sevmemişiz demektir. Birini seviyorsan onun için yapabileceğin en anlamlı şey değişmektir! s. 339
Her şeyi paylaşıyorduk….. Tek bir şey vardı paylaşmadığımız; Hüzün. Herkesin hüznü kendineydi. s. 282
Ayinden önce Rumi ile beraber tefekküre dalmak üzere sessiz bir odaya çekildik. Akşam semaya çıkacak altı derviş de bize katıldı. Beraberce abdest alıp, dua ettik. Sonra tennurelerimize bürünüp, elifi kuşaklarımızı kuşandık. Bal rengi sikke mezar taşımızdı, uzun beyaz tennure nefsimize biçtiğimiz kefen, hırka ise ölmeden evvel ölenin mezarı.’Onlar ayaktayken, otururlar ve yanları üzerine yatarken Allah’ı zikrederler; göklerin ve yerin yaratılışı üzerine düşünürler…’ s. 338


4. Beyoğlu Rapsodisi- Ahmet ÜMİT- 2003

Üç arkadaşın hikâyesi bu. Biraz da Beyoğlu’nun hikâyesi. Beyoğlu’nun karmaşasının, kalabalıkların arasına gizlenen sırların hikâyesi. Sokakların, binaların, bildiğimiz bilmediğimiz
köşelerin, ama en çok insanların hikâyesi. Çocukluktan başlayan, mekânı yine Beyoğlu olan bir dostluğun bugünü anlatılıyor Beyoğlu Rapsodisi’nde. Üç farklı kişiliğin, üç farklı yaşam tarzının birleştiği bir nokta bu dostluk. Önce onları tanıyoruz, hayatlarına tanık oluyoruz. Sanıyoruz ki, her şey hep böyle doğal gidecek. Sanıyoruz ki, hayat normal seyrini sürdürecek. Ama gün geliyor, bir fotoğraf sergisi hayatlarını değiştiriyor. Önce bir kadın giriyor bu üçlünün arasına, bir Rus. Sonra cinayet fikri hayatlarının bir parçası oluyor. Soruşturmalar, sorular… Ve sırlar geliyor ardından.
Ahmet Ümit bu son romanında polisiye gerilim edebiyatının sınırlarını aşmayı deniyor. Okuyucusunu sürpriz bir sonla ödüllendirmenin yanı sıra ölümsüzlük üzerine, dostluk üzerine, aile üzerine, sahip olma duygusu üzerine düşündürüyor. Ahmet Ümit’ten heyecan dozu yüksek bir polisiye roman bekleyenleri hayal kırıklığına uğratmayacak, ama yazarın daha geniş sularda da keyfince yelken açtığını kanıtlayan bir kitap Beyoğlu Rapsodisi. Adım adım Beyoğlu ve her yönüyle insan var bu romanda.
(Arka Kapak)

Altını çizdiklerim...
… zamanımın çoğunu bu romanı yazmakla geçirdim. Hayır, benim Kenan gibi ölümsüz olma tutkum yok. Biliyorsunuz, polisiye roman okumaya meraklıydım. Okumak bazen yazmaya da yönlendiriyor insanı. İtiraf etmeliyim ki, ne kadarının gerçek ne kadarının kurgu olduğunu artık ben bile kestiremediğim bu roman, biraz tuhaf oldu. Polisiye romanlarda yazar en büyük otoritedir. Okurla sürekli oyun oynar. Bu romanda otorite ben değilim.... O yüzden bu romanı ben değil de başka biri mi yazdı diye düşünmekten kendimi alamıyorum. s. 385


5. Ku(r)şun Lezzeti- Selçuk ALTUN-2003

İşinden, sığ çevresinden ve anılardan kaçan bankacı bir Beyoğlu arka sokağına sığınmıştı. Mutluluğa ulaşmak üzereyken bu kez iblisle karşılaşacak...
Hazırlıksız bir ülkedeki ulusal gazetelerin beşte üçünü ele geçiren aileye o ülkenin kaçta kaçı direnebilir ki?
(Arka Kapak)

Altını çizdiklerim...
‘Volga, Volga, Volga,
Kaç satırlık bir veda pusulası yazacağımı ve yazdıklarımın eline geçip geçmeyeceğini bilmiyorum. Tek bildiğim, ‘artık dayanamayacağımdır’ Güzelim!
İki gizemli sapkınlığım vardı; önce İstanbul’un saklı geçmişine sonra münzevi bir estete aşık oldum.
Onlara kavuşmak yerine ortak tuzaklara düştüm. Beni hedefe ulaştırmayan çabalarım yüzünden pişman değilim. Arkamdan hiç olmazsa ‘sığ bir kadındı’ denmeyeceğini biliyorum.
Bizans’la ilgili dev kaynaklarım, son kez, bak nasıl işe yarayacak. Bir ‘ev kazası’ sanılması için önce kitaplık rafını devireceğim. Armağanın seccadenin üzerinde kitaplardan mürekkep bir küçük labirent kuracak, sonra meyhoş başımı hava almayacak şekilde içine hapsedeceğim. Nobelist yazar ve hımsım Elias Canetti’nin ‘Yeryüzü beş dakika içinde çöle dönüşecek olsa, tutunulası tek kitaplar var’ dediğini de anımsatırım Güzelim! s.36

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder