18 Aralık 2010 Cumartesi

Son Okuduğum...

EJDERHA DÖVMELİ KIZ (MILLENNIUM I)- STIEG LARSSON- 2009

Tanıtım Bülteninden (Arka Kapak)...

41 ülkede rekor satış yapan kitaplarının başarısını göremeden 50 yaşında hayata veda eden İsveçli gazeteci Stieg Larsson'un zihne kazınacak sahneler, çarpıcı ve canlı karakterler, okurları adeta yerlerine çivileyecek sürükleyici bir kurgu ile her sayfasını ağır ağır ve dokuyarak yazdığı Millennium serisinin ilk kitabı Ejderha Dövmeli Kız'ı okuduktan sonra, Gefle Dagblad gibi 'bundan daha iyisi yapılamaz' diyebilirsiniz. Ama bu erken bir karar olabilir. Son sözü söylemeden ikincisini beklemenizi tavsiye ederiz.

"Olağanüstü Okuyucular kitabı okurken yerlerinden bile kıpırdayamayacak."
-Sunday Times-

"Bu kitabı okumaya başladığınızda, ilk adımı hiç atmamış olmayı dileyeceksiniz. Çevreniz kararacak ve kendinizi öykünün içinde bulacaksınız"
-Bild Am Sonntag

"Bu kitap kendisi için söylenen her bir övgü sözcüğünü hak ediyor. Üçlemenin geri kalan iki kitabı bunun yarısı kadar bile iyi olsa, Larsson bize müthiş bir miras bırakmış olacak."
-Sharon Wheeler-

"Larsson'un bu kitabı saatli bir bomba gibi..."
-Bob Cornwell-

"Hipnotize edici."
-USA Today-

"Tam bir dinamit."
-Liz Smith-

"Çılgınca Müthiş bir gerilim."
-The Washington Post-

"Büyük bir açlıkla okunacaktır"
-Observer-

"Larsson'un kitapları hayatımız için bir tehlike oluşturuyor. Parklar okuyucularla tıka basa dolacak, çalışma dünyası altüst olacaktır. Bütün bunların nedeni hiç kimsenin kitabı elinden bırakamamasıdır."
-Bams-

Ve Bence…

Kitabın neredeyse ilk 100 sayfasında karakterlerin detaylı tanıtımı yer alıyor. Bazı noktalarda sıkılırsanız bırakmayın sakın. Çünkü karakterler için yazılmış her cümle,her detay kitabın akışı sırasında önem kazanıyor. Sonra nasıl olduğunu anlamadan kurgunun içinde buluyorsun kendinizi. Farklı karakterlerin aynı zaman aralığında yaşadıklarını kısa geçişlerle anlatması yorum bakımından çok etkileyici ve heyecan vericiydi. Şaşırtan olaylar ve harika bir son. Kesinlikle son derece detaylı ve güzel kurgulanmış bir kitap. Ayrıca yurtdışında önemli otoritelerden tam not alan ve beyaz perdede bile gösterime girmiş bir kitap hakkında daha fazla ne denebilir ki?

Keyifli okumalar…

AJANDA ARALIK'10 .. SERGİ

‘Çetin Ergand: Ankara`nın Kültür Mirası, Bir Başkentin Oluşumu - Avusturya, Alman ve İsviçreli Mimarların İzleri’

Bugünün Ankara`sı 20. yüzyılda oluştu ve kentin tarihi de, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş tarihi ile yakından ilişkilidir. Bu süreçte Alman, Avusturya ve İsviçreli mimarlar çok önemli bir rol oynayarak kentin çehresinin oluşmasına katkıda bulundular. Nasyonal Sosyalistler`den kaçarak Türkiye`ye sığınan bazı mimarlar yeni kurulmakta olan genç Cumhuriyetin Başkentine geldiler ve çalışmaları için son derece uygun bir ortam buldular. Bu mimarların yaptığı eserler, Ankara’nın kültür mirasının önemli bir parçası haline geldi.
1930’lu yıllarda Ankara’ya gelen yabancı mimarlar, kentin görünümünü önemli ölçüde belirlemişlerdir. Yeni T.B.M.M., Sümerbank, Merkez Bankası ve birçok okul, elçilik ve üniversite binalarının yer aldığı onlarca yapı Başkent Ankara’nın kültür mirasını oluşturmaktadır.
Almanca konuşulan ülkelerden gelen mimarlar, 30’lu yıllarda Ankara`nın mimari görünümünün oluşumunda belirleyici bir rol oynadılar. Yeni meclis binası, merkez bankası, opera ve aralarında okulların, büyükelçilik binalarının ve üniversitelerin yer aldığı pek çok bina, bu mimarların bıraktığı izler arasında yer almaktadır.
Fotoğraf sanatçısı Çetin Ergand bu sergide panoramik fotoğraf tekniğinin simetri vurgusuna olan katkısından yararlanarak, yapılarda var olan ama algılanamayan ihtişamı görülebilir hale getirmeyi amaçlamıştır.

Yer: İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi
Tarihler: 17.12.2010~31.12.2010
Adres: İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi 102 No’lu Sergi Salonu Taşkışla Yerleşkesi Taksim / İstanbul

‘Dünya Basın Fotoğrafları 2010’

 “Dünya Basın Fotoğrafları 2010” Sergisi 17 Aralık – 9 Ocak tarihleri arasında Forum İstanbul’da izlenebilecek Dünyanın her yıl tekrarlanan en büyük ve en prestijli basın fotoğrafları sergisi “World Press Photo 2010” (Dünya Basın Fotoğrafları 2010 Sergisi) Hollanda Kraliyeti İstanbul Başkonsolosluğu katkılarıyla 17 Aralık - 09 Ocak tarihleri arasında Forum İstanbul’a konuk oluyor. Basın fotoğrafları dalında yapılan uluslararası yarışmanın ödüllü fotoğraflarını içeren sergi yıl boyunca 25 ülkede 2 milyondan fazla izleyiciyle buluştu. Dünya foto muhabirliğinin bir yıllık güncesi sayılabilecek sergide 162 fotoğraf yer alıyor. Her yıl dünyanın dört bir yanından foto muhabirleri, ajans, gazete ve dergiler tarafından yarışmaya gönderilen fotoğraflar 13 kişilik bağımsız uluslararası bir jüri tarafından 10 farklı kategoride değerlendiriliyor. Bu yılki yarışmaya 128 ülkeden 5847 fotoğrafçı tarafından gönderilen 101960 fotoğraf katıldı. Canon ve TNT’nin sponsorluğu ve Geniş Açı Proje Ofisi’nin katkıları ile desteklenen sergi, 9 Ocak’a kadar Forum İstanbul’da izlenebilecek.

‘Gelman Koleksiyonu'ndan Frida Kahlo ve Diego Rivera’

Gelman Koleksiyonu'ndan Frida Kahlo ve Diego Rivera sergisi, 23 Aralık 2010 - 20 Mart 2011 tarihleri arasında, 20. yüzyıl sanatının Meksika ve dünyadaki en çarpıcı figürlerinden ikisini, Frida Kahlo v e Meksikalı Michalangelo olarak anılan ünlü ressam Diego Rivera'yı sanatseverlerle buluşturuyor. Yapıtları kadar özgün karakterleri, yaşam öyküleri ve merak uyandıran birliktelikleriyle de ilgi uyandıran sanatçılar, 40 yapıttan oluşan bir sergiyle Türkiye'de ilk kez Pera Müzesi'ne konuk oluyorlar. Yaşamlarının önemli bir bölümünü Meksika'da geçirmiş koleksiyoner bir çift olan Jacques ve Natasha Gelman'ın, 20. yüzyıl Meksika sanatına da odaklanan geniş koleksiyonunda yer alan yapıtlar, Frida Kahlo'nun sanatsal kişiliğinin derin izlerini yansıtan otoportreleri ile Diego Rivera'nın az sayıdaki tuval resmi örneklerinin en önemlilerinden. Dünya çapındaki bu ünlü koleksiyon, Meksika dışında daha önce çok az sayıdaki sergide izleyiciyle buluşabildi. Pera Müzesi'nde yer alacak sergide, Berlin ve Viyana'da düzenlenen ve 2010 yılına damgasını vuran Frida Kahlo Retrospektifi'nin en gözde Kahlo yapıtlarının yanı sıra Diego Rivera'nın tuvalleri de yer alıyor. Yapıtları ve yaşamlarıyla sinema ve edebiyat dünyasına da esin vermiş ikilinin eserleri 20 Mart 2011 tarihine kadar Pera Müzesi'nde izlenebilecek.


15 Aralık 2010 Çarşamba

tanıdığım biri...

Son Okuduğum...

İSTANBUL HATIRASI- AHMET ÜMİT-2010














Arka Kapak...
Sarayburnu’nda, Atatürk heykelinin ayaklarının dibinde bir ceset. Avuçlarında antik bir para…Ama ne bu ceset son kurban, ne de bu antik para son sikke...
Yedi Kurban, Yedi Hükümdar, Yedi Sikke, Yedi Kadim Mekan.Ve tek bir gerçek: “Bu şehrin gizemli tarihi”.
Şehre bakıyorduk denizden. Sisler içindeydi istanbul... Sisler içinde deniz... Sizler içinde teknemiz.Sultan Ahmet'in minareleriyle görülen,Ayasofya'nın kubbesi,Topkapı Sarayı'nın kuleleri... Hiç yağmalanmamış,yıkılmamış,kirletilmemiş gibiydi şehir. Bembeyaz bir sisle örtmüştü doğa,ne varsa görüntüyü çirkinleştiren.güneş doğmadan bir anlığına beliren bir hayal gibi... Büyülü bir bulut gibi... Bir masal imgesi gibi... Yeni kurulmuş bir kent gibi... Taze bir başlangıç gibi... Genç,umutlu,güzel...
İstanbul’a bakıyorduk denizden… Ölülerimizin yüzlerine bakıyorduk… Onların gözlerindeki kendi kederimize. Çaresizliğimize bakıyorduk, avuçlarımızda büyüyen zavallılığa, kanımızda filizlenen korkaklığa… Elimizden alınan hayata bakıyorduk… Güneşli günlerimize, umut dolu sabahlara, eğlenceli bahar akşamlarına… Sönen anılarımıza bakıyorduk, ölen hayallerimize, yıkılan düşlerimize… Sönen anılarımızı, ölen hayallerimizi, yıkılan düşlerimizi yüklenip, yorgun bir şilep gibi bizden uzaklaşan şehrimize… Şehrimizle birlikte yitirdiğimiz kendimize bakıyorduk.

Tanıtım Bülteninden...
Yaşadığın şehir özgür değilse, sen de özgür kalamazsın!..
Byzantion'dan İstanbul'a uzanan heyecan yüklü, tarihsel bir serüven...
Yedi hükümdar, yedi kadim mekân, yedi gizemli olay ve yalın bir gerçek!
Ahmet Ümit'in beklenen romanı İstanbul Hatırası 1 Haziran tarihinde okurlarla buluşuyor. Romanlarında zengin arka planı polisiye kurgu içinde vermekteki ustalığı ile bilinen Ahmet Ümit'in bu romanı da yine peş peşe işlenen cinayetlerin çevresinde kurgulanmış. Ancak bu kitabı sıradan bir polisiye romandan ayıran birçok özellik var. Her şeyden önce zengin kadrosu ile İstanbul Hatırası, çeşitli kesimlerden İstanbulluyu bir araya getirerek içinde barındırdığı alt öykülerle zengin bir yapı sunuyor. Birbirine bağlanan bu alt öyküler bir yandan gerilimin etkisini artırırken bir yandan da romanı şenlikli ve çok yönlü bir yapıya ulaştırıyor.
Kitabın bir başka önemli özelliği de İstanbul hakkında son derece detaylı bilgi içermesi. Kurgunun içine yerleştirilen bu bilgiler hem okumayı daha meraklı hale getiriyor hem de tarih aracılığıyla çok günümüzün dışındaki öykülerin de kurguya yerleşmesine imkan tanıyor. Böylece Ahmet ümit'in İstanbul Hatırası adlı romanı, başka başka dönemlerin öykülerinin eşliğinde, günümüz İstanbul'unun geniş bir panoramasını oluşturuyor. Tutucusundan modernine, eski İstanbullusundan yeni göç etmişine, milliyetçisinden gayrı Müslim'ine varana dek İstanbullu diye adlandırılabilecek herkes bu kitabın içinde kendi öyküleriyle birlikte İstanbul'un devasa çarklarının dişlilerini dile getiriyor. Binlerce yıllık tarihiyle İstanbul başrolü oluştururken romana girip çıkan her karakter de İstanbul'un nasıl İstanbul olduğunu aktarıyor.

Ve Bence…
Ahmet Ümit’in bu son romanını geçtiğimiz günlerde okudum. Beyoğlu rapsodisi ile Beyoğlu'yu, Bab-ı Esrar ile Konya’yı ve bu son romanı ile de İstanbul’un bilinmeyen, sahip çıkamadığımız tarihini anlatıyor bizlere..
Alışılagelmiş polisiye romanların dışında tarihten aktartığı bilgilerle zengin bir konuya sahip. Karakterler, karakterler arasındaki bağlantılar, karakterlerin hayatları- hepsi büyük bir özenle tasarlanmış. Sayfalara serpiştirilmiş ufak detaylar kitabın sonunda netlik kazanıyor. Kitabın akışına göre, şaşırtıcı bir son sizi bekliyor.
Kısaca İstanbul’un sırları içinde dolaşırken, ‘Suçlu, gerçeten suçlu mudur aslında?’ sorusunu sorgulayacağınız bir kitap.

Keyifli okumalar..

Off te record: Daha önce Ahmet Ümit’in diğer kitaplarını okuyanlar, tarzını bilenler, sonucu tahmin edebilirler. Ancak amaç, sonuca mı ulaşmak yoksa unuttuğumuz ya da ilgilenmediğimiz, üzerinde yaşadığımız, hatta doğduğumuz kent hakkında yeni bir şeyler öğrenmek mi?

12 Aralık 2010 Pazar

Başucu Kitaplarım...

1. Kızarmış Palamutun Kokusu- Engin GEÇTAN -2001

"Terk etmiş olduğum ya da terk etmek üzere olduğum insanlar beni terk etmişlerdi... Burada ya da geldiğim yerde de olsam, geçmişi yeniden yakalama umudu boş bir beklenti, insan hiçbir şeyi bıraktığı yerde bulamıyor, kızarmış palamutun kokusunu bile...
...Namevcutluğun hüznü, yerini, insanları onların haberi olmadan gözleyebiliyor ve dinleyebiliyor olmanın üstünlüğüne bırakıyor. Bir şeyi kaybedince bir başka şeyi kazanıyor olduğuna inanmak, insan denilen mahlukun kendine karşı çevirdiği hilelerin en acımasızı olmalı. Kendimi, kâh o mekânda kâh bir diğerinde, kâh bu zamanda kâh diğer bir zamanda bularak dolaşıyorum. Yazgım beni hangi anda hangi yöne savurmayı uygun görmüşse." – Engin Geçtan
(Arka Kapak)

Altını çizdiklerim...
 ‘Kızarmış palamudun kokusu! Köprüaltının kokusu bu biliyorum, ama orada ne zaman bulunmuş olduğumu hatırlayamıyorum, kızarmış palamudun tadına bakıp bakmadığımı da. On iki yıl önce geldiğimde olamaz, hepsi birkaç gündü zaten. Öyleyse, yarım ekmek içindeki kızarmış palamudun kokusu hangi geçmişimden kalma? Bir yandan birasını yudumlarken palamutlu ekmeğini hoyratça ısıran kara gözlü genç işçinin umursamaz bakışı bile arada bir gelip geçmişti gözlerimin önünden. Yüzyılların kitaplara sığdırılamaz öyküsünü taşıyan bu bakışın bir benzerine şimdilerde yaşadığım yerde rastlamak mümkün değil.
Altı ay kadar önceydi.’ s.5
 'Bu eski şarap şehirde (İstanbul) güzel en güzel, çirkin en çirkin, hiçbir şey sıradan değil. Her güneşin, her karanlığın insanı var burada, birileri çekilirken bir başkaları beliriveriyor, sahne hiç boş bırakılmıyor.' s.85

2. Kristal Denizaltı- Ahmet ALTAN – 2001

Benim de o kristal denizaltıya binmişliğim var.
Süt buğusu gibi solgun maviliğin yayıldığı ıssız bir sabah vakti, dönüp dönmeyeceğini bilmediğin bir yolculuğa çıkmak için ürpertilerle binip kapaklarını kapatırsın.
Eğer dönersen, başka biri olarak döneceksindir yolculuğundan.
O denizaltı bir yere gitmez.
Giden sensindir.
(Arka Kapak)




Altını çizdiklerim...
 Dolaştığım tarih sayfaları, aşk bölümlerinde hep ‘hastalıklı’ ilişkileri anlatıyordu, kayda geçmeye değer olarak yalnızca onları bulmuştu. Brahms, Clara Schumann’a böyle tutulmuş; Yesenin, İsadora Duncan’a hayatını böyle armağan etmişti.
Onlar birbirlerine uymuyordu.
Uyan, hastalıklarıydı.
Solgun bir sabah vakti kristal bir denizaltıya biner, hayatın derinliklerine gidersiniz.
Dönüp dönmeyeceğinizi bilmeden.
Dönerseniz başka biri olarak dönersiniz.
Kristal bir denizaltıya binmişliğim var.
Ateşler içinde kıvrandığım.
Ve sizin ateşler içinde kıvrandığınız.
Hiç iyileşmek istemediniz.
En iyileşmek istediğiniz, iyileşmek için yalvardığınız zamanlarda bile istemediniz iyileşmeyi.
Bir kristal denizaltıya bindim bir gün.
Garip rüyalar gördüm. s.85

3. Aşk – Elif ŞAFAK- 2009

Ya ortasındasındır Aşk'ın merkezinde; ya da dışındasındır, hasretinde.. Ella Rubinntain (40) Amerikalı bir ev kadınıdır. Tipik burjuva değerlerinin hâkim olduğu oldukça varlıklı bir ailesi, düzenli ve görünüşte "sorunsuz" bir evliliği vardır. Üç çocuğunu da büyüttükten sonra bir yayınevinde editör-asistanı olarak iş bulur; görevi A. Z. Zahara adlı tanınmamış bir yazarın tasavvuf felsefesini konu alan tarihi romanını değerlendirmektir.
Ancak hayatının kritik bir döneminde eline aldığı bu kitap, hiç beklemediği bir şekilde Ella'yı derinden sarsacak, dünyevi aşkı keşfetmek adına zorlu ve tehlikeli bir yolculuğa çıkmasına neden olacaktır.
Hayatlarımızın durgun gölünü dalgalandıran taş misali, yüzleşmek zorunda olduğumuz sıkıntılar, acılar... ve aşkın peşinde katetmek zorunda olduğumuz zorlu yollar, ödediğimiz bedeller...
Aşk... kitap içinde bir kitap, hayatın anlamı peşinde bir aşk macerası...
Aşk... Elif Şafak'tan arayışa, gerçeğe ve keşfetmeye dair bir roman.
(Arka Kapak)

Altını çizdiklerim...
 Aşk bir milad demektir. Şayet ‘aşktan önce’ ve ‘aşktan sonra’ aynı insan olarak kalmışsak, yeterince sevmemişiz demektir. Birini seviyorsan onun için yapabileceğin en anlamlı şey değişmektir! s. 339
Her şeyi paylaşıyorduk….. Tek bir şey vardı paylaşmadığımız; Hüzün. Herkesin hüznü kendineydi. s. 282
Ayinden önce Rumi ile beraber tefekküre dalmak üzere sessiz bir odaya çekildik. Akşam semaya çıkacak altı derviş de bize katıldı. Beraberce abdest alıp, dua ettik. Sonra tennurelerimize bürünüp, elifi kuşaklarımızı kuşandık. Bal rengi sikke mezar taşımızdı, uzun beyaz tennure nefsimize biçtiğimiz kefen, hırka ise ölmeden evvel ölenin mezarı.’Onlar ayaktayken, otururlar ve yanları üzerine yatarken Allah’ı zikrederler; göklerin ve yerin yaratılışı üzerine düşünürler…’ s. 338


4. Beyoğlu Rapsodisi- Ahmet ÜMİT- 2003

Üç arkadaşın hikâyesi bu. Biraz da Beyoğlu’nun hikâyesi. Beyoğlu’nun karmaşasının, kalabalıkların arasına gizlenen sırların hikâyesi. Sokakların, binaların, bildiğimiz bilmediğimiz
köşelerin, ama en çok insanların hikâyesi. Çocukluktan başlayan, mekânı yine Beyoğlu olan bir dostluğun bugünü anlatılıyor Beyoğlu Rapsodisi’nde. Üç farklı kişiliğin, üç farklı yaşam tarzının birleştiği bir nokta bu dostluk. Önce onları tanıyoruz, hayatlarına tanık oluyoruz. Sanıyoruz ki, her şey hep böyle doğal gidecek. Sanıyoruz ki, hayat normal seyrini sürdürecek. Ama gün geliyor, bir fotoğraf sergisi hayatlarını değiştiriyor. Önce bir kadın giriyor bu üçlünün arasına, bir Rus. Sonra cinayet fikri hayatlarının bir parçası oluyor. Soruşturmalar, sorular… Ve sırlar geliyor ardından.
Ahmet Ümit bu son romanında polisiye gerilim edebiyatının sınırlarını aşmayı deniyor. Okuyucusunu sürpriz bir sonla ödüllendirmenin yanı sıra ölümsüzlük üzerine, dostluk üzerine, aile üzerine, sahip olma duygusu üzerine düşündürüyor. Ahmet Ümit’ten heyecan dozu yüksek bir polisiye roman bekleyenleri hayal kırıklığına uğratmayacak, ama yazarın daha geniş sularda da keyfince yelken açtığını kanıtlayan bir kitap Beyoğlu Rapsodisi. Adım adım Beyoğlu ve her yönüyle insan var bu romanda.
(Arka Kapak)

Altını çizdiklerim...
… zamanımın çoğunu bu romanı yazmakla geçirdim. Hayır, benim Kenan gibi ölümsüz olma tutkum yok. Biliyorsunuz, polisiye roman okumaya meraklıydım. Okumak bazen yazmaya da yönlendiriyor insanı. İtiraf etmeliyim ki, ne kadarının gerçek ne kadarının kurgu olduğunu artık ben bile kestiremediğim bu roman, biraz tuhaf oldu. Polisiye romanlarda yazar en büyük otoritedir. Okurla sürekli oyun oynar. Bu romanda otorite ben değilim.... O yüzden bu romanı ben değil de başka biri mi yazdı diye düşünmekten kendimi alamıyorum. s. 385


5. Ku(r)şun Lezzeti- Selçuk ALTUN-2003

İşinden, sığ çevresinden ve anılardan kaçan bankacı bir Beyoğlu arka sokağına sığınmıştı. Mutluluğa ulaşmak üzereyken bu kez iblisle karşılaşacak...
Hazırlıksız bir ülkedeki ulusal gazetelerin beşte üçünü ele geçiren aileye o ülkenin kaçta kaçı direnebilir ki?
(Arka Kapak)

Altını çizdiklerim...
‘Volga, Volga, Volga,
Kaç satırlık bir veda pusulası yazacağımı ve yazdıklarımın eline geçip geçmeyeceğini bilmiyorum. Tek bildiğim, ‘artık dayanamayacağımdır’ Güzelim!
İki gizemli sapkınlığım vardı; önce İstanbul’un saklı geçmişine sonra münzevi bir estete aşık oldum.
Onlara kavuşmak yerine ortak tuzaklara düştüm. Beni hedefe ulaştırmayan çabalarım yüzünden pişman değilim. Arkamdan hiç olmazsa ‘sığ bir kadındı’ denmeyeceğini biliyorum.
Bizans’la ilgili dev kaynaklarım, son kez, bak nasıl işe yarayacak. Bir ‘ev kazası’ sanılması için önce kitaplık rafını devireceğim. Armağanın seccadenin üzerinde kitaplardan mürekkep bir küçük labirent kuracak, sonra meyhoş başımı hava almayacak şekilde içine hapsedeceğim. Nobelist yazar ve hımsım Elias Canetti’nin ‘Yeryüzü beş dakika içinde çöle dönüşecek olsa, tutunulası tek kitaplar var’ dediğini de anımsatırım Güzelim! s.36